Bilmekteyiz, bunca sıkıntı içinde ilgilendiğimiz konu ya da konular, fazla dikkât çekmez. Şehirle ilgili çalışmalar, sadece beton- demir-kaldırım- parke taşı ile sınırlıdır. ** Şehirlerin inşâ edilmesi söz konusu değildir. Zaten..
Bilmekteyiz, bunca sıkıntı içinde ilgilendiğimiz konu ya da konular, fazla dikkât çekmez. Şehirle ilgili çalışmalar, sadece beton- demir-kaldırım- parke taşı ile sınırlıdır.
**
Şehirlerin inşâ edilmesi söz konusu değildir.
Zaten şehirler mevcut.
Her şehirde gökyüzüne yükselen onlarca katlı yapı ya da yapı toplulukları, insanın başını bırakacağı barınma mekânı mıdır?
Bu yeni mimarî tarz(?), iki günlük dünyada insanın hayatını kolaylıklar içinde geçirmek üzere satın aldığı, her şeyiyle cennet belletilen, alım gücü yüksek olanların huzuru buldukları adres midir?
**
Bu yeni modern, her şeyin elektronik olduğu, asansörlerin saniyeler içinde yirminci kata çıktığı, kameraların gözetiminde guvenirliliğin sağlandığı, bilgisayar başında dünyaya seyahatlerin gerçekleştirildiği, orman kokularının çeşit çeşit odalara spreylerle otomatik sistemle enjekte edildiği, ekmeğin fırından, sebze ve meyvenin manavdan, etin kasaptan, giyimin terziden sağlanmadığı, yemeğin aşhaneden yenmediği, gazete ya da derginin satıcıdan alınmadığı, her şeyin bir alo ile kapıda olduğu bir ortam.
**
Paranın yelek cebinden çıkmadığı, elektronik ortamda bayram harçlığının verildiği, âile- eş- dost ziyaretinin sanal ortamda gerçekleştiği, tebessümün o sıcaklığını emojilerde ucuzca tüketildiği, insanın aciz bir varlık iken, kendisini paranın gücü(?) ile ilahlastirma duygusuna kıyıdan köşeden nefsiyle kapıldığı ortam…
**
Kimse eski samimiyeti, dostluğu insanlığı, merhameti, yardımlaşmayı beklemesin, etraftan.
**
Kimseler, çocuklukta kalan günleri hatırlayıp, nostaljik duygulara kaldırmasın kalemini, bir eli parada öbur eli borsada iken:
“Tandır ekmeğine bir parmak salça çalıp…”emesin, timsah göz yaşları içinde.
Kimseler, mahallenin fakir, hasta kimsesiz, yetim, öksüz insanını mutlu etmedikçe evine huzurla gelmediği ortamların olduğu yaşantıda, kalkıp sanal ortamda merhamet taciri kesilmesin.
Biliyoruz, fakir olan cebindeki on lirayı verirken, zengin olduğunu sanan mahlûk, yerdeki yargıya elli lira bırakıp, kırk lirasını almanın hesabını yapar.
Kendimizi yedi kere Zemzem ile yıkasak, çoğumuzun huyu değişmez.
Bizim her yazımızda şehrin yer alması misali, bu durum.
Şehirde ya yaşayan ölü olacağız ya da şehir için ölen kimse.
Şehir için ölme!..
Bir garip ifade.
Gülünecek bir söz.
Söz konusu medeniyet ise niçin olmasın!..
Medeniyetin aslî unsurlarını bilenler bilir.
Şehir ve CİDDÎYET!..
Şehirler ” Şehir” oluncaya kadar yazacağız.
“Biz, yaşadıkça Şehir vardır.” ve ” Her şehir, küçük vatandır.” demedikçe, bu sırra ermedikçe, manasını düşünmedikçe, gayeyi anlamadıkça, meseleyi çözmedikçe, niçin yazdığımızı bilmedikçe ne diyelim?..
**
Bir dostumuz, bizi sevindirmek istedi:
İkramiye lafını duyan bir başkası, söze atılmaz mı:
Taksidini sormadım, istenen peşinatı söyleyince:
Biraz öksürmeye başlayınca, iş ciddiye bindi.
Garibim hasta gördüğüm ruhu ile bizim kendince Tahtalı Köy Yolcusu olanlara bu şansın tanınmadığını ilâ etti:
Bankalar genç olana kredi verir. Ödeme yapılmazsa haczeder.
Yaşlı ölünce miras olan ev, dükkân ( daire ve büro) mirasçıya kalır.
Sigorta şirketleri zarar etmemeli. Onun için yaş şartı mecburî…
**
Bir hamle ile yandaki koltuğa dayandım, kalktım:
Güldü, benim delikanlim:
**
Dün, dostumuzun oğlu ölmüştü.
Babasına baş sağlığına gittik.
Genç, aslında hasta falan da değildi.
Böyle bildiğiniz bulaşıcı- salgın hastalık falan da yok imiş, otopside.
**
Hayra vesile olsun, hafta sonunuz.
Mehmet Ali ABAKAY
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.